14 Nisan 2017 Cuma

Süper Kahraman

İtiraf etmek gerekirse birazdan anlatacağım olay gerçekten oldu mu olmadı mı hala kendi aramızda uzlaşamıyoruz. İsterseniz sihirbazlık gösterilerinde "la kesin ip var" diyenlerden olun, isterseniz " vay anasını ya cidden herif havada uçuyor" diye keriz gibi inanıp, gösteriden memnun olanlardan. Bazen hayatı kendimize çekilmez kılıyoruz, şu an yeryüzünde milyonlarca maymun aynı anda muz yiyor mesela. Benim hayal dünyamda penguenler benim dertlerimi dinleyebilirler. Star wars gerçektir. C3PO bana çay demler. Bir tek kendi dünyanda özgürsün cümlesi Descartes'a kadar gider. Ki Descartes bile gelip çay demleyebilir bana.

Her şey İzmir'e gitmemizle başladı. Yiğit bir tubitak projesi içindeydi ve sıçanları havuza atmak ve platformlardaki davranışlarını izlemekten öteye geçmişti. Telefon edip bizi çağırdı ve bizim de o sıra yapacak daha önemli bir işimiz olmadığı için haftasonunu geçirmek üzere Çınar, Elif, Anıl ve ben arabaya doluşup  İzmir'e doğru yola çıktık.

Hava biraz kapalıydı, gündüz vakti ortalık neredeyse karanlıktı ve arada şimşekler çakıyordu. Her şimşek çaktığında Anıl göremiyor ve biz "oha lan gene çaktı" dediğimizde "taşak mı geçiyonuz lan benimle, ben niye görmüyorum" diye isyan ediyordu. İzmir'e yaklaşmak üzereyken saat 18:00 sularında birden bire manyak gibi yağmur yağmaya başladı, arabayı kullanan Çınar yavaşladı. Elif "Noluyor lan tufan çıktı mna koyim" diyerek dışarıya bakmaya çalıştı. Bu sırada gerçekten bir tufan çıktı ve içinde bulunduğumuz araç hızla fırıl fırıl dönmeye başladı. Hepimiz problem çocuk filmindeki gibi etrafa oluk oluk kusmaya başladık ve birdenbire zaman kavramı adeta anlık bir fotoğraf makinesi flaşı gibi çakıp yok oldu. O sırada camlar Titanikteki gibi buğulandı ve hepsi bir anda çatlamaya başladı.

Yazdığım her "yaşanmış" olayda olduğu gibi bir girdabın içindeydik. Girdap da girdaptı hani. Döndükçe dönüyorduk. Aramızda altına sıçanlar bile olmuştu. Ama bunun kim olduğunu söylemeyeceğim. O anda her şey meşru idi zaten.

Girdap azaldı ve bizi yavaaaşça yere bıraktı. Etrafımıza baktığımızda İzmir sınırları içine girmiş olduğumuzu farkettik. "Ulan bir an uzaylılar bizi kaçırıyor sandım. Girdap bizi İzmire bırakıyormuş aslında" dedi Çınar. Girdap çıkmadan da İzmir'e zaten 5 dakikalık bir mesafedeydik. Hiç bir halta yaramamış, yolumuzu kısaltmamıştı. İndik arabadan. Yiğitin el değmemiş laboratuvarına girdik.

"Abii nolur yardım edin aaabi" diye bize sesleniyordu Yiğit. Tam kafasının üzerine florasan lambalar patlamıştı, saçı başı toz içinde sakalları pas içinde yatıyordu yerde. "Abi çok pis yaralandım ambulans çağırır mısınız artık" diye ağlamaklı bir şekilde yattığı yerden seslenmeye devam etti. Bu sırada Elif çantasından çıkarttığı erikli suyu Yiğit'in kafasından aşağı dökmeye başladı "al amına koyim azcık ferahlarsın" diye tüm şişeyi boşaltıp dibinde kalan suyu da zorla içirdi.

Uyku mahmuru olan Anıl ise "abi noldu nasıl bu hale gelebildin, çüktüler mi seni" diye sordu Yiğit'e. Yiğit titreyerek "bazı şeyler ters gitti abi, ben kendi kendime gizli bir proje içindeydim ama işler sarpa sardı" dedi ve ambulansın gelmesine ramak kala düşüp bayıldı.

Yiğit hastaneden taburcu olduktan bir kaç ay sonra, üzerinde bir gariplik vardı. Kabızlıktan şikayet ediyor, bitkin bir şekilde sürekli uyuyordu. Biz de bir boklar olduğunu ve bize anlatmadığını bildiğimizden, hiç yanından ayrılmadan ona çok sevdiği ekmek arası patatesini yediriyor, bazen konuyu açar gibi olup Yiğitin boş bakışları ile karşılaşınca geri kapatıyorduk.

En sonunda Yiğitin sentetik patsosis üzerinde bir deney yaptığını öğrendik. İstediği zaman yiyebileceği patsosisi yaratabilmek onun bilim dünyasını hayranlık içerisinde bırakmasına sebep olacak, Yiğit'e ün, para ve şöhretin kapılarını açacaktı. Ama bir problem vardı ki, deneylerini kendi üzerinde gerçekleştirmeyi uygun bulmuştu, etik ilkelerle uğraşmamak ve bir an önce dilediği kadar patsosiste ulaşmak için yapmayacağı yoktu. En son kendi üzerinde denediği patsosisi hala sıçamadığı için hastalanmış ve insanlığından çıkmıştı. Adeta bir mad scientist gibi histerikçe gülerek, yatağından kalıp yine laboratuvarına dönüyor,  büyük bir hırsla deneylerine devam ediyordu.

Derken bir akşam ter içinde kaldı ve yine bizi aradı. Yine İzmir'e 5 dakika kala bir girdap çıkıp bizi aldı götürdü. Yiğitin bu yanlış giden deney sonrasında doğa üstü güçlere sahip olduğuna artık hepimiz inanmıştık. Acaba neydi bu güç?  Zamanı yönetmek miydi, 1 liraya istediğin kadar patso yiyebilme özelliği miydi? Yoksa ışınlanma mıydı hiç bilmiyorduk. Laboratuvara girip Yiğitin başında beklemeye koyulduk. Arada bir terini siliyor ve yeni bir süper kahramanın doğuşuna şahitlik ediyorduk

Uzun süren bekleyişin ardından Yiğit yattığı yerde doğruldu ve kendinden emin bir sesle "bana hemen bir akbil uzatın" dedi. Uzattığımız akbile parmağıyla dokundu ve tüm enerjisi çekilmişçesine yorgun düşerek yine yatağa uzandı. "Tam doldurdum akbili, artık rahatça kullanabilirsiniz abi" diye fısıldadı.

Yiğit bu yeni özelliği ile hepimizi ihya etmişti. Herkes birer birer akbilini uzattı ve uzun süre yetecek kadar akbillerimizi doldurduk. Yiğit ise iyice güçten düşmüştü ama o artık Akbil Man idi. Toplu taşımanın korkulu rüyası ve akbil kullanıcıların gardiyanıydı artık. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder