21 Temmuz 2014 Pazartesi

Şarköylü Bilim İnsanları : Dinozor düğünü

Şarköylü bilim adamlarının bizi labaratuvarlarına en sonunda kabul etmelerinin üzerinden bir sene geçmişti. Yıl bütün haşmetiyle göz açıp kapayana kadar geçmiş bize adeta damgasını vurmuştu. Çünkü labaratuvarda neler yaşandığını hiç birimiz tam olarak hatırlayamıyorduk.

En son hatırladığımız, bilim insanlarının aslında Şarköylü sanatçılardan oluşmasıydı. Büyük bir gizlilik ile bilime katkıda bulunmak için ne kimliklerini ne de yerlerini kimseye söylememişlerdi. Fakat bizim arsızlığımız ve inatçılığımıza daha fazla dayanamayıp kapılarını açmışlardı.

İçeriye bir maymun ordusu ile girmiştik, kapılar üzerimize kapanmıştı ve sonra bir pusun içinde hepimiz birbirimizi kaybetmiş, yitip gitmiştik. Gözlerimizi açtığımızda ise hepimiz dünyanın bir ucunda bulmuştuk kendimizi. Yiğit amazon ormanlarında (brezilya taraflarında ama ormanda) , Anıl arabistanda çölde, Elif Senegalde, Çınar Cibutide, bense Kabartay Balkar Cumhuriyetinde gözlerimi açmıştım. Bütün bir yıl sıla hasreti çekip en sonunda ülkemize bin bir emek ve alın teri ile dönmeyi başarmıştık.

Planladığımız gibi bir yıldır çektiğimiz çileleri bir kalemde silerek Şarköy'de bir araya geldik. Şarköylü bilim adamlarının karargahına bu sefer çok daha korkusuzca daldık, Timurlenk ve diğer arkadaşlarımız bizi coşku ile karşıladılar. Frankeştayn kız da ürkekçe yanımıza gelerek başlarımızdan birer tane çelenk geçiriverdi. Yiğit kızı görünce birdenbire dile gelerek " teşekkürler abi ne gerek vardı ehe ehe" dedi ve eli ayağına dolanarak ayağının altında bulunan maymuna yanlışlıkla diz attı. Yiğitin bu davranışı karşısında acıdan tortop olan maymun ise kesik kesik ciyaklayarak bir köşeye sindi. Yiğit normalde de sürekli tekrarladığı bu davranışından sonra için için ağlayarak maymundan özür diledi. Bu özrü kabul eden maymun, gözlerinin yaşını silerek yiğidin elinden tuttu ve bir daha bırakmadı. "Ağğbi sen değil de frankeştayn kız tutsaydı ya elimi, çok ayıp ediyosun" diye sitem ettiyse de elleri kenetlenmişti bir kere.

Bu esnada şarköylü bilim insanlarından biri olan Aydeniz, bütün ihtişamı ile karşımızda belirdi. " Aklınızda soru işaretleri var, biliyorum dostlarım" diye girdi konuya. " Fakat bunları cevaplamadan önce sizin yardımınıza şiddetle ihtiyacımızın olduğunu da söylemek zorundayım. Vaktimiz çok az ve insan ırkının kaderi sizlerin elinde" diye devam etti konuşmasına. Elif bir sigara yaktı ve  Aydeniz'e dönerek "VALLAHA MI LAN?" diye mühim bir konuya değindi. Hiç gerçekçi gelmiyordu gerçekten de. Her türlü emmeye gömmeye gelen Anıl ise "abi gidelim bence şu an sorgulamak manasız" diye kendi fikrini belirtti. "Nereye gidiyoruz lan bi dur" diye kalıverdik hepimiz. Aydeniz kısaca bizden ne istediklerini anlatmaya koyuldu. Bir zaman makinesi icat ettiklerini, (soru sormayın vaktimiz çok kısıtlı) ve dinozorlar çağına ışınlanarak bir düğünü gerçekleştirmemiz gerektiğini, zaman ve mekanda kırılmanın yaşanmak üzere olduğunu bu sebeple elimizi çabuk tutup zaman makinesine girmemiz gerektiğini söyledi. " Zaman ve mekanda kırılma ne babacım. Seçilmiş adam mı kalmadı kimsiniz ne film dönüyor burada" diye sorduktan sonra kendi kendime kahkahalarla gülmeye başladım. Gora'dan alıntı yaptığımı farkeden Elif ve Çınarsa kıhkıhkıh diye ufak çaplı gülerek bana eşlik ettiler.  Yiğit yumruğunu masaya koyarak "ben varım ağbi" dedi Aydenize.

Zaman makinesine binerken Aydeniz, görevimizi anlatmaya devam ediyordu. İki dinozorun (ve tabi ki t-rex idi bunlar) imkansız olan aşklarını perçinleyecek ve evlenmelerini sağladıktan sonra geri dönecektik. Aydeniz ise Şarköy'den bizi görebilip gerekli durumlarda yardım edebilecekti. Çınar, Elif, Anıl, ben ve Yiğit ayrıca Yiğit'in elini bir an olsun bırakmayan küçük sevimli dostumuz maymun, et pazarı gibi dip dibe, adeta metrobüse binmiş gibi zaman makinesinde yerimizi almıştık. Son dakikada Aydeniz bir bim poşetini domatesle doldurup Anıl'ın eline tutuşturarak "buna ihtiyacınız olacak arkadaşlar, haydi selametle gidin" dedi ve bizi dinozorlar çağına gönderdi.  ( Okuyanlar için bir bilgilendirme: Anıl domatesten hiç hoşlanmaz, yemez, sevmez ve o an gerçekten domateslerin neden onda olduğuna ve dinozorları evlendirmede ne işe yarayacağına anlam verememişti)

Her şey iyiydi güzeldi ama iki dinozorun izdivacını gerçekleştirmek için hali hazırda hiç bir planımız yoktu. Anıl şirin bir ifade ile "bence üstlerine pembe kar yağdıralım" deyiverdi. Yiğit ise "Kızları benden soracaksınız abi, dinozor da olsa kız sonuçta" diyerek önden önden yürümeye başladı. Minik maymun da yanı sıra gidiyordu. Dinozorların iyice yanına sokulan Yiğit bizlerle paylaşmadığı planını uygulamak üzere iken damat dinozor bir anda şarıl şarıl adeta bir nehir gibi Yiğit'in üzerine işemeye başladı. Kehgahkehkah diye meşhur kahkahalarını atan Anıl'ın sesi ortamda buram buram çınlamaya başladı. Anılın kahkahaları şiddetini arttırdıkça biz de gülmekten altımıza bırakmaya başlamıştık bir yandan da gülmemizi bastırmaya çalışıyorduk. Çünkü dinozorlar sesi farketmiş ve dikkat kesilmişti. Bunu farkedince bebeksi kahkahalarımız dondu ve her birimiz bir yerlere sindik.
Çıt çıkartmadan nefesimizi tutmuş bekliyorduk. Derken yine Elif'in telefonu çalmaya başladı. Elif telefona baktı ve "abi tahmin edin annem mi ablam mı?" diye yine arayanı oymalaya sundu. Ben ve Yiğit arayanın "Huriye teyze" olduğunu, Anıl ve Çınar da "Tuna abla" olduğunu söyledi. Bu sefer arayan Tuna abla idi. "Efendim abla. Hayır ablacım eve gelmiyorum. Balık mı, yok hayır abla siz yeyin afiyet olsun, öpüyorum abla" dedi ve kapattı. Şu an dünyayı kurtarıyor olmamız, feci şekilde can verme ihtimalimiz Elif'i aramalarına asla engel değildi. Biz de dikkatimizi Elif'e yönelttiğimiz için olanları izleyememiştik. Erkek dinozor bizi göremediği için tekrar dişiye doğru seğirttiği sırada Yiğitin ellerini tutan maymun birden fırlayarak ileri atıldı. Bizim için canını siper etmeye karar vermişti. Yapma lan yapma diye tısladım ama olan olmuştu bir kere. Saklandığı yerden olanları izleyen Yiğit "aabi işler sarpa sarıyor" dedi ve yeni bir plan yapmaya koyulduk. Bu esnada daha büyük bir tehlikenin geldiğini farketmemiştik. Bir grup Compsognathus etrafımızı sarmıştı. Dinozorlar konusunda ilim irfan sahibi olan Çınar "abi bunların minikliğine aldanmayın, etçil bunlar topuklayın" diye bizi aydınlattı ve canımızı kurtarmak için kaçmaya başladık. Tam bu esnada zaman makinesinden Çınar'ın reisi olduğu maymun ordusu akın akın çıkmaya başladı.

Çınar muzaffer bir komutan edası ile " Saldırın koçum!" diye bağırdı ve bu vesile ile gtümüzü kurtarmayı başardık. Koşarak kendimizi zaman makinesine attığımız esnada dişi dinozorun kucağında Yiğitin sevdiceği minik maymunu tuttuğunu ve erkek dinozorun da bir baba edası ile başını okşadığını gördük. Ebeveyn olmak onları yakınlaştırmıştı "Ağbi en büyük aşklar kavgayla başlar" dedi Yiğit. Makinenin içinde kurtuluşumuza doğru gitmeyi hayal ederken birdenbire kulakları sağır eden bir gümbürtü koptu ve içerideki florasan lambalar patlayıp kafamıza yağmaya başladı. Bütün ışıklar sönmüştü ve içerisi zifiri karanlıktı. Aradan bir saat geçmesine rağmen, hala ne ışık gelmişti ne de bir olay vardı. Bu esnada Elif, bir sigara yaktı ve sigarası giz dolu bu karanlıkta bir umut ışığı gibi doğdu. Bunun üzerine Anıl ve ben de yaktık. Muhtemelen son sigaralarımızı içtiğimiz için sigara dumanından nefret eden Çınar bile rahatsız olmadı. Sigarayı çektikçe yüzü aydınlanan Elif'in yine telefonu çalmaya başladı. O kadar takatsizdik ki kimin aradığını tahmin etme oyunumuzu bile oynayamadık. Arayan Tuna abla idi ve Elif'in kaçta eve geleceğini soruyordu. "Yarım saate evde olurum abla" dedi elif acı bir tebessüm ile. Karnımız acıkmıştı, Anıl'ın elinden poşeti alıp içindeki domateslerin hepsini yedik. Anıla da belki fikrini değiştirir diye yarısı ısırılmış son bir taneyi poşete bırakıp poşeti yere koyduk. Anıl nuh diyor peygamber demiyordu, domatesle hayatta kalacağına ölmeyi tercih ediyordu. Poşeti de tuvalet olarak kullanmaya karar verdik. Sırayla sıçıp, iyice dibe vurduk. Kurtulursak bu olaydan asla söz etmemeye sessiz bir yemin ettik. Zaman geçiyor umutlarımız tükeniyordu. Anıl ise içi silme bok olan poşete doğru kıpırdanıyordu. Bize çaktırmıyordu ama pişmandı, biliyorduk. Tam bu sırada bir mucize gerçekleşti ve bir anda zaman ve mekan kavramı yok oldu. Kapıdan çıktığımızda önümüzde uçsuz bucaksız bir sahil vardı. Hava mis gibi kokuyordu, deniz olanca maviliği ile karşımızdaydı. Bu sırada pembe bir kelebek narin bir şekilde uçarak gelip Yiğit'in omzuna kondu ve dile geldi. "Size Aydeniz'den bir mesajım var" dedi. Sesi insanda biber turşusu hissini uyandırıyordu."Teknik bir arıza sebebi ile sizi geri getiremedik ama üzerinde çalışıyoruz. May the force be with you" diyerek bize mesajı iletti. Anlam karmaşası içinde on dakika kadar birbirimize baktık ve kurtarılana kadar yaşadığımız klişeleri uç uca dizsek buradan nereye yol olurdu diye düşündük durduk. Sanki tırt bir yazarın, gtünden salladığı karman çorman skindirik bir film senaryosunun içindeydik. Ama hepsi gerçekti.



Son : Sıradaki şarkı bizden tüm dinozor sevenlere gelsin.