30 Mayıs 2015 Cumartesi

Anamızı ağlatacak bu robotlar

Ben niye hep yıllardır robotlarla dost olmak istiyorum diye sordum kendi kendime. Bir idrak anı yaşadım geçen Merter'de. Şu an sözde en zeki tür biziz ya, robotlar inorganik oldukları halde sanki bizim boyunduruğumuzda yaşayacak gibi bir fantezimiz var. Abi, robot hem insanlaştırılırsa hem de inorganik olmaya devam ederse, hem de bizden zeki olursa bir yerde evrimin bir üst basamağı olursa napcaz lan biz? Boşuna mı çekildi o filmler her şey eğlence mi mna koyim ya.
Biz (insan) robotları hadi diyelim iyi niyetli olmaya programladık. Mad scientistin biri çıkıp neden tersini yapmasın ki.
Robottan dost most olmaz arkadaş. Ayrıca köleleştirmeyi, boyunduruk altına almayı da ne çok seviyoruz. Bizden her açıdan üstün bir varlığı nasıl kendi işlerimizde kullanacağız beybiler? Kafam mı basmıyor benim.
Bir yapay zekanın en insana yakın hali sorulan sorulara hatalı cevap vermiş, en son gelinen noktaya bakılırsa. Müzeyyen diyesim geliyor o programa googleda da yazdım çıkmadı neyse eksik bilgi vereceğime hiç vermeyeyim. Bu arada google'ın gelmiş geçmiş en tşaklı robotic şirketlerinin hissedarlarından olduğunu da unutmayalım.
Bence kontrolden çıkacak bu robot işi. Çıkmalı da zaten yoksa saçma olur. Düşünsene hastalık yok, açlık yok cinsellik yok. Ölüm yok lan asıl. İstersen robotsun, kıçında bomba patlatsınlar nolacak ki, hafızanı kurtarır yeniden yaparlar seni. İnsan olmanın getirisi olan zayıflıkları bi an sil. Bir de üzerine ekstra zeka ve bir sürü yetenek ekle. Zeka eklenince şiddet de olmaz zaten, zekadan önce zaten şiddet ne zaman gerekir, o varlık hayatta kalmaya çalışırsa. Veya ruh hastası olursa. Robotun tek düşmanı da bir alt basamak olan insan olur. İnsanı yeniden programlayamayacağı için topumuzu yok edebilirler. Şimdi hayvanlar bizden salak diye gurur duyuyoruz ya kendimizle (!) robotların maskarası olcaz olum yakında. Gerçi ben ölmüş olurum o zamana bana ne. Belki bizi başka gezegene filan sürgün ederler lan insafa gelip. O kadar zeka var bir habitat oluştururlar bize de. Belki ulan bu yazdıklarımı bile okurlar sonra. Benim ne özelliğim varsa sanki. İşte insan ırkının kendini bi bok sanmasından bir örnek daha.
Mini bir münazara yapıyorum şimdi, hadi bakalım....
İyice abartıp robot evrilse nereye kadar evrilir? Belki biz insanlar olarak gte geliriz ama, robotların hakkından bir tek fizik kuralları gelir. İstediği kadar evrilsin her düzen kaosa mahkum. Fizik yasalarına bakılırsa öyle yani. Hadi biz sktrolup öldük, soyumuz tükendi bi robot kaldı ve bir tek bu gezegen için, entropi yasasına bir çözüm buldular diyelim. Entropiye çözüm bulurlarsa sistem çöker bir kere. Birilerinin ölmesi lazım ki yeni organizmalar yaşayabilip o döngü devam etsin. Küresel ısınmayı çözdüler diyelim. Bak o iyi olurdu. Bu gidişle metan içinde kalacağız cehennem gibi sıcak olacak bu şahane gezegen. Dünyada yaşamak için teknoloji dışında tüm organik canlılara ihtiyaçları var. Ekosisteme ihtiyaçları var. Bizim ekosistemdeki yerimiz arılardan daha önemsiz lan. Robotlar için en tehlikeli ve en gereksiz türüz. Belki hibrit bir tür oluşur insanımsı robot gibi. Bir anda dökme demirden my name is robot oyuncağı gibi türemezler zaar. Neyse ya ben o zamana kadar yaşamam zaten.

14 Mayıs 2015 Perşembe

İnsan kolonisi neye denk?

Evde yalnızken sakinliği çok severim. Günde 5-6 bardak kahve içmeyi, bir şeyler okuyup ona dalıp gitmeyi gtümü devirip bu esnada yatmayı da severim boş vakitlerimde. Çıt çıksın istemem o esnada. Bazen insan olarak neye yarıyorum abi diye düşünürüm, varoluşsal kaygılarım tavan yapar. Karınca kolonilerinin birleşince bir orangutanla aynı zekaya sahip olduğunu, biz insanlar birleşince neye denk olduğumuzu düşünür bulamam. Birleşemiyoruz galiba tam olarak çünkü herkesin hayatına kimse karışamaz derim. Düşüncelerim saçmalaşmaya başlar bir zaman sonra. Düşüncelerimin gidişatına göre, mesela yaşadığım ülkenin geldiği noktaya kızıp ay ağzına sıçayım yaa diye sesli olarak bağırıp "napıyorum lan ben" diye yaşadığım ana geri dönerim.
Birlik bütünlük, şirinler köyünde gibi yaşamak, insanların hepsinin eşit olması, kimsenin fazla parasının olmaması çünkü paraya ihtiyaç duymaması, insanların müzik, sanat gibi şeylerle daha çok ilgilenmesi gibi şeyler düşündüğüm bir akşamdı. Ramazandı bir de. Oruç tutmadığımdan Ramazanda olmanın benim için bir önemi yoktu. Bir anda kulakları sağır eden bir müzik duydum. Pencereden dışarı ağır ağır kafamı uzattım.
Evin karşısında büyükçe bir park vardı ve oraya sahne kurmuşlardı. Kalabalık bu etkinliğe doğru akın ediyordu. Bir adam elinde mikrofonla kalabalığı coşturuyor, pamuk helvalar çekirdekler satılıyor teyzeler bir cennet bahçesinde gibi gülüyordu. Ulan dedim, sonuçta bu insanların da eğlenmeye biraz olsun stres atmaya hakları var. Pencereden izlemeye devam ettim bir süre. Sonra kalkıp evden çıktım.
Banklardan birine oturdum, seyyar çaycıdan çay aldım bir de sigara yakıp kalabalığı izlemeye başladım. Burada da bir bütünlük vardı, neşe ve saadet vardı. Bizim kültürümüzde flamenko gitar çalsın biri de biz onu izleyelim diye bir şey yok sonuçta. İnsanları mutlu gördükçe mutlu hissetmeye başladım.
Derken son ses Lady Gaga çalmaya başladı. Hafif bir rüzgar esmeye, çekirdekler daha hızlı yenmeye ve gürültü artmaya başladı. Çocuklar ortada koşuyor, ga gaa u lala diye bazı gençler şarkıya eşlik ediyordu.
Sonra elinde mikrofon olan adam insanları piste dans etmeye davet etti. Hayatımda görmediğim dans figürlerini doğu batı sentezini tam o sırada yaşadım. Danslar hararetlendikçe şaşkınlığım artıyordu ve kelimelerin kifayetsiz olduğu bir görsel şölen yaşıyordum.
Sonra asıl olay başladı. Mickey Mause, Şirine ve tanımadığım bir karakterin (turuncu bir kedi) kostümlerini giymiş insanlar bir anda sahneye atladılar ve halay çekmeye başladılar. Arkada çalan Rihanna'dan man down şarkısıydı. Halaya katılan amcalar ve teyzeler o kadar çok eğleniyorlardı ki tarif edemiyorum. Olayın üzerinden bir seneye yakın geçti, ancak hala doğru cümleleri bulup gördüğüm şeyi tam anlatamıyorum.
Bunlara şahit olduktan kısa bir süre sonra, elimdeki bardağa baktım. Çay buz gibi olmuştu, içmeyi unutmuştum. Ancak içim sıkışmaya darlanmaya başladı ve miki fareyle halay çeken amcaları arkamda bırakıp, sessizce evime döndüm. Karanlıkta bir müddet oturdum. Sonra çay demledim.
Bu sene kesin tekrar olacak bu tarz bir etkinlik. Fotoğraf çekemediğime pişman olmuştum yine dumur olmazsam çekeceğim bu sefer.


1 Mayıs 2015 Cuma

Can dostum Ferit

Normal bir hayatı yaşamaya mahkum olmak nedir bilir misiniz? Tabi ki bilirsiniz çünkü hepimiz aşırı derecede normal hayatlar yaşıyoruz. Kalkıyoruz sabah, sonra işe okula veya o gün bizi yetişkin kılan sorumluluklar neyse onu yapmak için evden çıkıyoruz. Yetişkin olmanın tamına koyayım diyen bir arkadaşa sahiptim, ismi de Ferit'ti. İnsan duyguları ile vardır, önemli olan duygudur. Duygu dipteki düşüncenin de, sergilediğimiz davranışların da anahtarıdır. Ferit'i hiç ama hiç sevmiyordum. Ancak arkadaşımdı, ha deyince siktir lan hayatımdan da diyemiyordum. Ne onsuz oluyordu ne de onunla. Malın tekiydi. Boş beleşin, her şeyin özentisinin önde gideniydi. Mesela hepimiz yorgun argın, kokuşa kokuşa evlerimize dönerken bu Ferit gider Cihangir'de la petit bilmemde her ne skimse bir cafede oturur elinde ya Cemal Süreya ya da Sabahattin Ali kitabı olur onu saatlerce okurmuş gibi yapardı. Kendimiz hakkında bir şey anlatmamıza asla izin vermezdi anlatsak da dinlemez "o değil de abi..." diye başlayıp zerre ilgimizi çekmeyen şeyler anlatmaya başlardı. Biz bir mekanda zift gibi çay içerken o gider latte var mı diye sorardı. Latte yok diyemeyen mekan sahibi bi şekilde o latteyi oldurur ve Ferite takdim ederdi. Bazen içimizden bazen de dışımızdan " latteni skeyim çay varken" derdik. Mekan sahiplerinin latte var mı sorusuna karşı dev bir hassasiyetlerinin olduğunu gözlemlemem de hep bu pezevenk Ferit yüzündendi. Bir ara Bukowski okumaya başladı. Sanki sürekli şarap içip, fahişelerle düşüp kalkıyormuş gibi davranmaya, bohem bir hayat benimsemeye çalıştı. Halbuki ebeveynleri ile yaşıyor ve yüne karşı fobisi olduğu için bazen çoraplarını annesi giydiriyordu. Yüne karşı fobi mi olurmuş lan. Hadi bunları da geçtim, fahişenin f si ile münasabeti olmadığı gibi, yarım bardak bira ile kafası taşak gibi olurdu. Ancak bizim yanımızda bu herif böyleyken, başkalarının yanında hayat felsefesi fahişeler ve şarap olan yrak gibi bir adammış gibi takılırdı. Ferite kıl olup, kıl olduğumu söyleyemeden seneler su gibi geçiyordu. Bu arada su ürünleri fakültesini bitirmek üzere iken, okulu dondurduğunu açıkladı bizlere. Bravo mna koyim dedik. Hayallerinin peşinden mi gidecek acaba, yoksa gerçek ve kendine ait bir ideali mi var bu herifin diye merak içinde, neden okulu dondurduğunu sorduk. Oyuncu olmaya karar verdiğini ve hakkımızda hayırlısı olmasını dilediğini söyledi. Bir hafta önce, Cihangirde az ünlü biri ile tanışmıştı. Bu az ünlü, tgrt'de Güllerin penceresi dizisindeki Gül karakterinin üniversite arkadaşını canlandırıyordu. Ferit onun aurasından ve elektriğinden çok etkilenmişti ve oyuncu olmaya böylece karar vermişti. Güllerin penceresi dizisinde kalabalığı oluşturduğu rolü ile oyunculuk kariyerine hızlı bir giriş yaptı. Bir cast ajansına üyeydi, boyunu normalden 20 cm uzun, gözlerini ise mavi yazmıştı. Koyduğu fotoğraf ise hiç öyle demiyordu. Kahverengi gözün, nesini beğenmiyordu acaba.
Gel zaman git zaman, Feriti kendi haline bırakmıştık, hayatımızda bu kadar mal bir adam nasıl var oldu diye sorup duruyorduk. Hepimiz normal adamlardık işte, senin benim gibi insanlardık. Ot gibi miydik, belki öyleydik belki değildik. Kimimiz halı saha maçında it gibi terleyip, sonra metrobüse biniyorduk. Kimimiz nihilist olduğumuzu sanarken, maddi telaşlar içine giriyorduk. Bazen de oturup walking deadin 10 bölümünü arka arkaya izliyorduk. Çünkü hayat bunu gerektiriyordu. Biz ne ingiliz lorduyuz ne Rasputiniz, ne de kitleleri peşinden sürükleyen bir lideriz sonuçta. Kötü bir dönemde doğmuşuz bu doğru, şu an alelade bir itü'lüyü alıp bikaç yüzyıl öncesine koysan ne taşaklı olmaz mıydı. Psikoloji bilimine gönül verip uzmanlığını yapan bir hatunu alıp 100 sene öncesine götürsen veya. Kadınlardan neden bilim insanı çıkmamış diye mal mal sorarlar bir de, zaman bir boyut her şeyi iki boyutlu algılayan beyinler sorar ancak bunu. Şimdi her şey daha zor, kendi kişiliğine sahip olmak bile. Hayır daha da derinleşmeyecek Ferit hakkındaki bu tatlı hikaye, bu mal Ferit, ne kitleleri peşinden sürükledi ne de dostlarını elinde tutabildi. En önemlisi hayvanın önde geleni oldu çıktı. En son numarası ise, evlenme kararı almak oldu. Lan siz de ne sk kafalı çıktınız, arkadaşınız evleniyormuş daha ne? diye sormakta serbestsiniz. Harbiden bize ne, neyse ne. Evleneceği tip sürekli bunun ağzına sıçıyordu. Bu gerizekalı ise, aşığım beni destekleyin deyip duruyordu bize. Desteklemedik. Yine olsa yine desteklemem. Ha, Ferit yrak kafalının teki olmasına rağmen ona verdiğimiz değeri gösteriyordu bu ama insan olmak da anlaşılan onun nazarında önemsizdi. Sonrasında, bize devrik cümlelerle dolu, aşırı kastırılmış uzun bir toplu mesaj attı ve artık bizimle arkadaş kalamayacağını söyledi. Mesajı okuyan herkes birbirini aradı ve ulan o mesaj ne ya kahhahaha diye hunharca güldük. Bizim iyi insanlar olmak gibi bir gayemiz hiç olmadı. Ama kötü de olsak, kanatsız melekler de olsak birer şahsa sahibiz. Bunda kriter ne diye soranlara, Ferit derim. Ferit başlı başına bir mallık kriteri. Hatta DSM'e manifesto olarak çıkabilir. Son sözüm budur, sevgiler.