10 Şubat 2011 Perşembe

Alev şeklinde bir top yada top şeklinde bir alev

Güzel demlenmiş bir çay, kalpli rahat bir pijama, kucağımdaki bilgisayar, mutluluk auroları. Dün bu olgular benimle beraberdi. Üstelik star wars izlemeye hazırlanıyordum. Derken telefon çaldı. Hattın diğer ucunda Eren vardı " Abi, akşam 7 buçuğa doğru gelip seni alayım Elifi de alayım takılalım kahve filan patlatalım" dedi. Olur dedim.
Akşam 8'de eren son derece eski model arabasıyla beni evimin önünde bekliyordu. Araba tek kelime ile bıçkındı,- koltuk insanı bırakmamacasına sarmalıyor, emniyet kemeri kıldan ince kılıçtan keskin, torpido kısmında tuğla gibi bir şey var ve en son 46 sene önce takılmış bir güneş gözlüğü mevcut.- bıçkındı işte.
İncirli Ömür starfaksa gittik, kahve aldık filan. Ulan bir süre sonra baktık ki hepimiz mal gibi oturuyoruz, nerdeyse geniz temizleyecek ve gençlerin edepsizliklerinden bahsedecek kadar maldık. İşte o an Erenin beyninde bir şimşek çaktı " Hadi kalkın beşiktaşa gidelim" iyi mnaki dedik kalktık.
Elifle eren öne oturdu, ben de arkaya. Güle söyleye yol alıyorduk. Önce ani bir kararla şarköye gitmek istedik sonra vazgeçtik ve rotamızı caddebostana doğrulttuk. Boğaz köprüsüne kadar şendik, dans etmeye çalışıyor, sigara tellendiriyor bir kaza anında benim dizlerimin erene gireceğinden bahsedip latife yapıyorduk. Boğaz köprüsünden geçmeden önce Erenin küçük bir detayı atladığını farkettik. Kgs kartı yoktu. Bu kısımlar biraz nahoş olduğu için kısa keseceğim, kısacası 50 milyonu dişimizden tırnağımızdan arttırıp kart aldık.Köprüden geçebilmiştik sonunda, Aliyi de aradık o karşıda oturuyor, gelsin yavşak dedik.
Aliyi de aldıktan sonra yine neşemiz yerine gelmişti, Ali kızlara bakıyor, Elif onu dövüyor, Eren barzoluklarıyla kadın şoforlerin nefretini kazanıyordu.Caddebostanı bulduk, migrosun biraz ilerisine park ettik. Tam o esnada Erenin bacakları arasından bir duman yükselmeye başladı. Ali "YANGIN VAR" diye bağırdı. Gerçekten de Erenin bacakları arasından bir alev yükselmişti, Elifle ben kendimizi can havli ile dışarı atmaya çalıştık. Ben tereyağından kıl çekercesine arabadan çıkarken Elif ise yüzde yüz geçirgen olup arabadan hayalet gibi geçmişti adeta. Ben çıkarken kafamı şiddetli bir biçimde vurdum. Canlı canlı yanmaktansa beynimin yüzde seksenini geride bırakmaya razıydım. Alev şeklinde bir top veyahut top şeklinde bir alev hepimizin gençliğini soldurmadan, kendimizi arabadan atmayı başardık.
Eren kardeşi Enesi aradı gelip bizi kurtarması için. Bu esnada yine starfaksa gittik boğazımızda düğümlenen kahvelerimizi içtik. Ama öyle pişkindik ki durmadan gülüyor birbirimizle daşşak geçiyorduk. Bir süre sonra gülmek bile bizi ısıtmamaya başladı, arabaya döndük arabada Enesi beklemeye koyulduk. Can sıkıntısından Erenin yanındaki cama resimler yapıyordum Erense hala direksiyonun altını kurcalıyor "tel kopmuş.." gibi teknik tabirler kullanıyordu. Bir an gözümüze bir şey takıldı. Benim cama çizmiş olduğum şekiller, Erenin sırtına altın bir billur gibi yansıyordu.Eren sırtındaki billurun farkında değildi, ama Elif ve ben gayet farkındaydık. Enes gelene kadar çok güldük, Erenin çilesi daha dolmamıştı.
Yaptığımız mallığı kısaca bir gözden geçiriyorduk. Maceramız (!) starbaksta başlamıştı amenna, fakat neden böyle mazoşist gibi bir yolculuk yapıp arabanın ta mna koyup yine başka bir starbaksta bulmuştuk kendimizi? Enesi beklerken histerik gibi gülüp durduk, eren telefon numarasını yazıp arabanın camına koyarken "olüüm bel fıtığı da yaz yanına lan. hahaha " diye eşeklik yapmayı da ihmal etmedik. Tam bu esnada Enes ufukta belirdi.
Enes, Can diye bir arkadaşıyla geldi. Araba markalarını bilmemem çok üzücü ama yine de anlatmaya çalışacağım. İki koltuklu arkasında kasası olan bir fiatla gelmişti. Neyse arabanın kasasına hepimiz doluştuk ve belimiz S şeklini alarak, kıçımıza karton monte olarak ve akrobatik hareketler yaparak evin yolunu tuttuk.
 Bu seyahatimiz sırasında birbirimizi eleştiriyorduk, erene şiir okuması için baskı yapıyor, Halil pazarlama halil pazarlama diye şarkı söylüyorduk. Enesin arkadaşı Can arada ürkek gözlerle bize bakıyordu. Samanların arasına saklanmış Almanyaya kaçak gider gibiydik, ama çok mesuttuk. Can bir süre sonra indi arabadan "haydi hoşçakalın dedi" Eliften bir melodi yükseldi " Nee olduuuuğ caannn...."