24 Haziran 2011 Cuma

Ünlüler ve biz

Çok ünlü insanları, az ünlü insanları, geçici bir heves olmuş ve yıldızı hemen sönmüşleri nasıl algılıyoruz?

O kadar çeşitli varyasyonları olan bir konu ki, çok detaya inersem içinden asla çıkamam. Çocukken, ergenken, yetişkinken farklı tepkiler veriyoruz ünlü görünce, ünlü ile adeta tepkimeye giriyoruz. Bu tepkimenin sonuçları da yaş skalasına göre değişiyor. 
Örneğin ben, bu yandaki fotoğrafta 3 ya da 4 yaşındayımdır tahminen. Ama Mehtap Ar'ın beynime vermesi sonucu daha o yaşta hayatı sorgulamaya başlamışım sanırım. Herkesçe saygı duyulan bir kadın, o gecenin odak noktası olan bir insan neden gelip de beni ağına düşürür üstelik bir de beni arabesk ile yoğurur?
Sahnede adeta devleşen o insanın benim için hiç bir değeri yoktur o an. Kaçıp elimi suya filan sokmak istiyorumdur. Ama ünlülük kavramı beyinde kodlanmaya başladıkça işler değişir. Çok değil bundan 4-5 sene sonra, Kumburgazda tatilde iken Kuşum Aydın'ı görüp kendimden geçmemle bunu ispatlamış bir bireydim. Durmadan Kuşum aydın'ın sereserpe uzandığı şezlonga havuza atlayarak su sıçratmaya çalışmam, ilgi çekmek için durmadan yanından geçip durmam ve en sonunda Aydın havuza girdiği zaman devamlı o nereye yüzerse oraya yüzmem, ayaklarımla abartılı bir biçimde su sıçratmam, bütün bunlar aydının ününden etkilenmem sonucu olan şeylerdi. Aynı şekilde bir arkadaşım tam da 8-9 yaşlarındayken Devran Çağlar'ı görüp havuz başında beyaz keten pantolonuna su tabancası ile ateş etmiş. Şimdi oturup konuştuğumuzda da Devran Çağlar'ın pantolu ıslanınca mor tangasının belli olduğunu ve travma yaşadığını ballandıra ballandıra anlatıyor kendisi. 
Ünlüye olan karşılıksız sevgi, istemsizce bir 17-18 yaşına gelene kadar devam ediyor sanırım. Athena Gökhana karşı olan platonik ve beni şu an irrite eden sevdamdan yola çıkarak söyleyeceğim şudur ki, her ne kadar ergenken cool olma çabasında olsak da ünlülük müessesine bir saygı durumu baki kalmış oluyor o yaşlarda. Ancak ne zaman ergenliğin dibine vururuz o zaman yine bir değişiyor işler. Taksimde İstavritte yemek yerken Feridun Düzağaç belirmişti mekanda. Dinliyordum kendisini başarılı buluyordum. İddialı bir sevgi duymasam da FD sonuçta, Umut Sarıkayanın da dediği gibi ağzını kapayarak esneye esneye karizmatik yüz hatlarına sahip olmuş bir vatandaş. Feridun Düzağaç mekana girer girmez annem "Feriduun beeeeyyy" diye herife seslenince, üstelik ikimizin fotoğrafını çekmeye çalışınca yaşadığım panik ve korkuyu anlatamam kimselere. Ve o panikle Feridun da yanımıza geldiği halde "ben fotoğraf çektirmek istemiyorum" gibi bir cümle çıkıverdi ağzımdan. Oturduğum yerde kaldım öyle. Feridun " O zaman ben geleyim yanına" deyip yanıma koydu totosunu. Annem de şen şakrak bir şekilde bir fotoğrafımızı çekti. O fotoğraf kayıp şu anda ama ben hala hatırlıyorum. Ben arkada surat mahkeme duvarı gibi oturuyorum, Feridun düzağaç ise ön planda, ama öyle bir perspektif ki feridunun kafası olduğundan 3 kat daha büyük çıkmış 5 tane daha feridun düzağaç çıkar yani o kafadan. Ama helal olsun aslında adama, bir ergenin kaprisini çekti. Yemek yemek için girdi ağzına sıçıldı adamın.

Ünlülük kavramı çok küçükken anlamsız, çocukken baya anlamlı, ergenken de sanki hem anlamlı hem anlamsız. Kuşum Aydını görmeden hemen önce Muazzez Abacıyı öpmüş bir insanım. Onun o yoğun parfüm kokusu, yağlı ve sıfır seksapeli olan bünyesi, korkunç delici bakışları bana nasıl çekici gelmiş olabilir? Hiç bir açıklama bulamıyorum buna. Çocukken dünya skinde olmuyor insanın işte bunu da seviyorum baya. Kuşum Aydın'ın olduğu otel ne renkliymiş, aynı yaz Vj Bülent de vardı orda. Tam da en verimli çağlarıydı bülentin. Vjliğin dibine vuruyordu şerefsiz. Ona ilişmemiştim çok ama, hafızamı zorladım bir şey hatırlayamadım.