31 Mayıs 2010 Pazartesi

Deneysel Yöntemler

Yıl 2008.
Mekan: Şarköy-Lunapark.
Katılımcılar : Elif, Anıl, Çınar, Mert, Muhammed, bir kaç ergen genç kız.
Keywords: Magnum, Tokat manyağı, cezbetmek, dönme dolap, kah kah kah.

Abstract

2008 yazının tatlı bir Ağustos akşamında, engin bilgilerle kuşatılmış bir hayli kıvrımlı beyinlerimizle Lunapark'a doğru ilerliyorduk. Amacımız eğlenmekti lakin eğlenme eyleminin deneysel bir çalışmaya yol açacağından bi haberdik. Sıradan bir gün, nasıl bilimsel bir deneye dönüşebilirdi? Bunun yegane nedeni, Muhammeddi. Dansları, Lunaparkın karnavalesk yapısıyla göz alıcı bir uyum içerisindeyken, tezatı sağlayan ise tahmin edilenin aksine bizlerdik.

Discussion

2şer dürüm, 2şer hamburger ve birer ayrandan oluşan (adam başı), akşam yemeğimizi yemiş, hafiften terleye terleye lunaparka doğru yürüyorduk. Şarköy yine minili kızlar, piyasa yapan erkekler, bar önlerindeki kaslı bodyguardlar ve bizimle dolup taşıyordu. Çay bahçelerinden yükselen roman havası bizi moda sokmuştu, mutluyduk, karnımız tok sırtımız pek kıçımızda bir avuç bok, ilerliyorduk. Anıl, Çınar, Mert, Elif ve ben hayatımızda olmadığımız kadar umarsızdık. Yanımızdan köpek sürüleri geçiyor, oralı olmuyorduk. Sadece Anıl, Çınara doğru seğirtiyordu, köpeklerin kolunu bacağını kapmasından çekiniyor gibiydi. Lunaparka varmamız ve jeton almamız yine neşe içindeydi. Birazdan gondola binecektik.Gondola bindik. Sevdiğim adam, yanımda avaz avaz bağırıyordu, geri kalanlarımızsa gülmekten altına ediyordu.
Gondol maceramız vücudumuzdaki serotonin hormonunu bir hayli arttırmıştı, nitekim çınarın salgıladığı adrenalin somutlaşmış adeta midesindeki dürümlerle sentez oluşturmuştu. Bu maceranın ardından, dönme dolaba bindik. Sadece bir saniyeliğine yerden bilmemkaç metre yüksekte anılın yüzünü gördüm. Can havliyle oturduğu yere yapışmıştı, yüzü bembeyazdı.
Dönme dolaptan sonra Anıl ve Çınar tekrar gondola bindiler. Bu sırada Elif ben ve mert onları aşağıdan izliyorduk. Çınar deyim yerindeyse kıçını yırtıyordu, Anıl "kah kah kah kah" diye gülüyordu. Tam bu sırada Muhammed geldi. Muhammed, şarköyün yerlisiydi ve arkadaşımız eren tarafından dayak yemişti. Eren bi elinde magnumla onu tokata doyurmuştu. Muhammed, üzerine dar siyah bir atlet giymişti, şişman ve kısa boyluydu, altında yeşil adidas vardı. Yanımıza kadar sokuldu ve cep telefonuyla bir müzik açtı. Ve oryantalle başlayıp adlandıramadığımız bir dans türüyle devam ederek dans etmeye başladı. Danslarıyla bizi cezbetmeye çalışıyordu (Gürsoy,E 2008). Elifin tabiri ile, danslarıyla bizi cezbededursun, çınar avazı çıktığı kadar bağırıyor, Anıl kah kah kah diye gülüyor, ben ve elif ise muhammede kitlenmiş bir biçimde şok geçiriyorduk. O sırada Mert " Abi, bu muhammed şurdaki kızları rahatsız ediyor, ben gidip yanlarında durayım" diyerek gözden kayboldu.

Conclusion

Bu tarz bir kaos ortamında bile, hiç bir şeyden rahatsız olmayıp senelerce muhammedin dansından bahsedebiliyor olmamız, bizim aslında istemsiz bir deneye tabi tutulduğumuzu gözler önüne seriyordu. Absürd durumların yarattığı etkinin genelde pozitif olduğunu deneyimlemek ve aslında uyumun sadece kabul görmüş ve rasyonalist olaylar sonucunda ortaya çıkmadığı sonucuna varmamızı sağladı.
Aslında öyle bir sonuca varmadık, yıllardır gülüyoruz muhammedin bizi cezbetmeye çalışmasına.

18 Mayıs 2010 Salı

Dikkat! içiniz kararabilir.

Bu aralar çok fazla ölüm haberi alıyorum.
Aslında ne tuhaf bi cümle kurdum, tanımadığım veya az tanıdığım kişiler bunlar, ama ölüm konusu açılınca yaşama içgüdüm azıyor.
Eren babasını, Caner annesini kaybetti.
Erenin babası bize kahve yapmıştı, balkonda içmiştik, yolda gördüğümüzde de koşarak selam verirdik.
Canerin annesi " Ben bu çocuğu 7 yaşına kadar ayağımda salladım" diye bizi gülme krizine sokmuştu, Caner de "ehe ehe" diye sırıtıyordu tam da o sırada.
Tanımadığım bir arkadaşın arkadaşının arkadaşı rahim kanserinden öldü.Çok genç olması üzdü beni, çünkü ben de gencim. Sanki ben de onun yaşına gelince aynı sebepten ölecekmişim gibi hissettim. Aslında ölen kişiye üzülmenin sebeplerinden biri de bu değil midir?
Geçen yaz da Michael Jackson öldü. Ona şaşırdım baya, "nasıl ölür yahu?" diye bi süre kaldığımı hatırlıyorum. Şarköydeydik arkadaşlarla, birbirimizin yüzüne mal mal bakmıştık. Sonra ben Eren'i aradım "maykıl ceksın ölmüş" dedim. "Çok da skimde" dedi, o sırada yüksek lisans sınavlarına çalışıyodu. Haklı aslında. Bu kısa telefon görüşmesinin ardından,balkona çıktık Elif, Çınar ve Anılla.
Çocuğun biri bağırıyodu sokakta "laan maykıl ceksın ölmüş " diye. Öbür çocuk da " aa? hadi bisiklete binelim" dedi cevaben. Koskoca maykıl ceksın, şarkıları, kendisi, çocuğnu camdan sallandırması, burnu, ağzı. Herşey bir saniye içinde unutulmuş ve bütün bunlar bisiklete binme eylemi karşısında sönük kalmıştı bile. Haklı değil mi aslında, napacaktı maykıl öldüyse. Biz bile bir süre sonra saygı duymayı bırakıp, Maykıl ceksın öldi mu ıssız ajun kaldi mu diye saçma sapan espri yapmaya başlamıştık bile.
Bir kaç gün önce, okulun yan tarafındaki Haliç'e bağlı bi derede ( aslında kanalizasyon.) bi ceset bulundu. Adam kaskatı kesilmiş bi de herkes gidip bakmış aa ölü var diye. Gidip bakmadım da, anlatılanlardan baya bi etkilendim. Şaka gibi ya, her gün yanından geçtiğim derede bi adam can çekişerek boğularak ölmüş.
Peki, Ronnie James Dio sen neden öldün? Nooldu sonisphere hayallerimiz. Ne kadar da bencilce.
"LOS ANGELES - Heavy metal müziğinin ünlü ismi Ronnie James Dio (67) öldü. Eşi ve menejeri Wendy Dio, Houstan hastanesinde tedavi gören ve mide kanseri rahatsızlığı olan James Dio'nun öldüğünü açıkladı. Ronnie James Dio, kendi kurduğu Dio grubunun yanısıra Black Sabbath, Rainbow gibi grupların da vokalistliğini yapmıştı".
Aşırı bi Dio fanatiği bile değilim, ama çok üzüldüm..