16 Eylül 2013 Pazartesi

Yuh Ebenin -1


O sabah Oytun bulutsuz bir bahar gününe neşe içinde uyandı. Penceresinden dışarı baktı, "ooh what a fine morning" diyerek yataktan enerjik bir biçimde zıpladı. Abisinin kütüphanesinden nadide bir eser seçerek siğdirmek ve çöğdürmek için tuvalete gitti. O sırada siğdirmek kelimesi dağarcığında yoktu çünkü bunu okumuş olduğu kitapların hiçbirinde görememişti. Çöğdürmek ve siğdirmenin sıçmakla işemek olduğunu çok sonra öğrenecek, öğrendiği gün ise "daaaammmn" diye ah çekecekti.
Bir şekilde akşamı etti ve dışarı çıktı. Kaldırımda yürürken aklında hiç birşey yoktu amansız bir gecenin onu beklediğinden bi haberdi. Tabi ki sürtük gibi sokaklarda gezmek değildi amacı, cebine koyduğu 2,5 milyonu ve can simidi olan akbili ile beraber Taksime gidecekti. Metrobüsün yakınlarına geldiğinde insanların tatlı telaşına tanıklık ederken birden yanına yanaşan birini farketti. Tanımadığı insanlarla konuşmaktan pek fazla keyif aldığı söylenemezdi ancak sosyalleşmenin gerekliliklerini de bildiğini farzediyordu. Yanına yaklaşan adam ondan bir dal sigara talep etmişti. Oytun kuş uçuşundan hızlı sesten yavaş bir şekilde düşünerek (800 m/s) cebinde sigaranın olmadığını karşı tarafa beyan etti. Karşı tarafa ailesi tarafından konulan isim Hüsnü idi. "Dalın yoksa para versene be abi" diye üsteledi Hüsnü. Oytun ise sadece 2 buçuk milyonun olduğunu ve bu parayı Taksime gitmek için kullanacağını söyleyerek sosyalleşme kavramının da ötesine geçti. Fakat Hüsnü " Abi sen Taksime gitme. Bana ver o 2,5 lirayı." diye bir teklif daha sunuyordu Oytun'a. Oytun aslında içindeki iyi niyetin bu derece başına çorap öreceğini bilse belki de verirdi bütün servetini Hüsnüye.
Tövbe estafurullaaaaaaaa tövbe yarabbi tövbeee diye hızlı adımlarla yürümeye başlayan Oytun'un içindeki tüm bahar tomurcukları bir anda solmuştu, sabah uyandığında yanaklarında oluşan pembelik kelebekler gibi uçup gitmişti. Bununla beraber Hüsnünün de ayaklarını sürüye sürüye peşinden geldiğini farketti. O esnada yerde 5 tllik kağıt bir para farketti. Tam alıp "tııııııııkk" diyerek indiregandi yapacağı esnada Hüsnü arsızca tekrar yanında belirdi " Abi ben de geleyim mi taksime. Çok keyfim kaçık bu ara." dedi hunharca. Oytun yine kalbindeki hiç bitmeyen iyiliğin esiri olarak "shiiiiiiittt" diye bu isteğe boyun eğmiş bulundu. Hiç yapılmamış olan her şeyi Hüsnü ile beraber gerçekleştireceklerdi o akşam.
Metrobüse bindikleri zaman Oytun Hüsnü ile hiç konuşmak istemediğini farketti. Oysa Hüsnü akıcı bir Türkçe ile sürekli konuşuyordu. Ağzından çıkan her cümlenin sonunun pampa ile bitiyor olması Oytun'un buram buram ılgıt ılgıt erimesine yol açıyordu. O 5 lirayı bulduğum anı skeyim diye düşünürken, metrobüs Halıcıoğlu durağına gelmişti. Kapı ağzında duran Hüsnü insan seli ile dışarı taşmıştı, fakat hiçbirşey olmamış gibi arsızca Oytun'un yanına geri dönmesi Oytun'un içindeki tüm umut ışığını bir anda söndürüverdi. Okmeydanı Hastane durağına gelince insanlar bir anda sessizleşti. Oytun bu sessizliğin manasını merak etmiyordu, fısır fısır konuşmaları skinde değildi. Yeter ki şu Hüsnü'den kurtulsun, Taksime varıp izini kaybettirsindi. Fısıltıların sebebini çok acı bir şekilde öğrendi, cama yansıyan kendi yüzünün yanında eciş bücüş yansıyan görüntünün kim olduğunu farkedince Hüsnü bile kıymete bindi. "Feridun Düzağaçın benimle metrobüste ne işi var mına koyim" diye düşündü (800 m/s). Bu esnada malesef Hüsnü de farketmişti Düzağacı, "abii naber ya, dal sigaran var mı" diye sorarak ortamın tekrar mna koymayı başarmıştı. Onlar hoş beş ederken Oytun "daaaaammmmnnn" diyerek, izleyicilerin üzerine kendini rock duayenleri gibi bıraktı ve Mecidiyeköy durağında insan seli ile hiç enerji harcamadan dışarı çıktı.
Bir şekilde Taksim'e vardılar. Feridun Düzağaç,Hüsnü ve Oytun.
O gece neler oldu neler yaşandı bilemiyoruz, hikayenin geri kalanını da başka bir yazımda paylaşacağım.