26 Eylül 2011 Pazartesi

How I met Akshat the Hindu Boy

Sizinle bir şey konuşacağım. Birini anlatacağım. Çok uzun sürecek ama değer.
Üniversite 2. sınıfta Visual Art diye bir ders almıştım. Ulan sanat nedir hiç bir fikrim yok, azcık bir şeyler öğreneyim de hayvan evladı gibi gelip gitmeyeyim bu dünyadan diye. Derste dönem dönem resim alanındaki eserlerden, fotoğraftan ondan bundan bahsedilecekti. Minik beynimle her gördüğüm tabloya ağzım açık bakıyor, yorumları dinliyorken birden ince bir ses ile kendime geldim. İngilizcesi bizim türk aksanlı değildi ama erasmusluların şiirsel aksanları gibi de değildi. Kafamı çevirdim bir baktım enee Hintli lan bu dedim. Sınıftaki diğer elemanların yüzüne yerleşmiş manidar gülümsemeleri eshefle kınayıp önüme döndüm tekrar. Nesi vardı ki yani Hint aksanının, tamam azcık komikti de bence höt höt diye konuşmuyordu bizim gibi. Üstelik adam bülbül gibi ingilizce biliyordur benim gibi present simple tense ile derdini anlatmıyordur dedim. 

Bir sonraki hafta hoca sunum yapacağımızı ve grupları kendisinin belirleyeceğini söyledi. Ben sıçmıştım kesin. Çünkü ne zaman bilmediğim bir dersin sunumu olsa beni en abidik gubidik kişilerle aynı gruba koyuyordu bu hocalar, bir dağın tepesine çıkıp haykırmak istiyordum her böyle olduğunda "NEDEEEN"  diye.(bakınız: http://taritiwele.blogspot.com/2009/12/sacma-bir-snava-calsrken.html )  Bu sefer başıma ne çorap örecekler acaba diye gidip baktım internetten online sayfamıza. Buket, akshat ve özge yazıyordu. Hassiktir dedim. İlk tepkim bu oldu. Hadi Buket her kimse onu geçtim Akshatın huyunu suyunu bilmediğimden yangın var diye bağırasım geldi yine. Bir de dialog kurmaya çabalayacaktık şimdi.

Buketle tanıştık hemen tatlı bir kızdı geriye akshat kalmıştı. Onun da e-maili filan aldık en başta. Sonra da yemek yemeğe giderken o da geldi bizimle. Buketle ben yemekleri alıp oturmuştuk ama Akshat ürkek bir ceylan gibi bize bakıyordu. Konuşmuyordu. Sonra bir anda ayağa fırlayıp "Ben makarnayı çok seviyorum. Çok istiyorum!" dedi ve kırıtarak makarna almaya gitti. Türkçe bilmiyor zannettiğimizden zaten şaşırdık ama makarnaya olan aşkını bu şekilde ifade etmesi artık hayatıma Akshat diye birinin girdiğini müjdeliyordu. 

Sunum da ayrı bir olaydı. Buketle ben kendi anlatacağımız yerleri hazırlayıp en son akshata göndermiştik. O da kendi kısmını ekleyecekti. Hemen ertesi gün sunum olduğundan hiç bakmadık Akshat ne haltlar karıştırdı diye. Sunum ingilizceydi zaten Akshatın problemi yoktu da ben kendi adıma biraz heyecanlıydım. Buket de aynı şekilde heyecanlıydı "Abi zaten slaytlardan okuya okuya geçeriz" diye beni telkin ediyordu. Sıra bize geldiğinde Akshat başlamak istedi ilk önce. Slaytları açtı. Sevgili akshat slaytlardaki yazıları kaldırmıştı.

Buketle error vererek birbirimize bakakaldık ikimiz de okuruz geçeriz hallederiizzz diye takıldığımız için. Ama içimden Akshata öyle bir sövüyordum ki en arsız kişinin bile yanakları kızarırdı herhalde duysa. Hala bunun şokunu yaşarken Akshat türkçe konuşarak " Hanımlar. Bu pahalı ayakkabıya sahip olmak ister mi?" diye sınıfa sordu. Kafamı bir çevirdim kokoş bir topuklu ayakkabı fotoğrafı vardı karede.Bizim sunumumuz 18. yüzyıl naturalist dönem. eben varya akshat eben!! diye bağıramadım, bütün bunları göz yaşlarım gibi içime akıttım. Ama ağzım kapalı bir şekilde "Akshat napıyosun. Bizim sunumlara noldu allahın cezası" diye mırıldandım Akshata. Bu mırıldanmamı bir tek Akshat değil bütün sınıf duymuştu hocalar da dahil. Millet gülmeye başlamıştı bir anda. Herkes gülünce ben de rahatlamıştım ama yanaklarım al al, Akshatın ne yapacağına bakıyordum. Çok afedersiniz ama s.kilmiş g.tün davası olmaz derler ya, artık Buketle o hesap nolacaksa olsun diye bakıyorduk Akshata. 

Biz hazırladığımız sunumların Akshat tarafından kaldırılmış olmasına şaşırıyorduk ama hocalar ve sınıftaki diğer insanlar da Akshatın türkçe sunum yapmasına ayrıca şaşırıyorlardı. Çünkü bu ders tabi ingilizceydi ama sınıfta herkes türk olsaydı ingilizce yapılmazdı çoğunlukla. Akshat yüzünden sunumlar, dersler her bişey tamamen ingilizceydi yani. Ama gel gelelim Akshat hem sunumu türkçe yapıyor hem de dersin kasvetli havasını olanca gücüyle dağıtıyordu. Topuklu ayakkabıya gelince, onu da şu amaçla koymuştu. Her kadın topuklu bir ayakkabıya sahip olmak ister çünkü o topuklu ayakkabı güzeldir, estetiktir. 18. yüzyılın naturalist tabloları da son derece gerçekçiydi ve herkesin ulaşamayacağı şeyleri son derece gerçekçi bir biçimde insanlara sunuyordu. Şimdinin topuklu ayakkabısı o dönemin tablosuydu yani. Akshat o dönemi anlatmayı sallamayıp böyle bir sunum yapmıştı biz de Buketle yorumlarda bulunduk filan arada kaynadık yani Akshatın şovu karşısında. Bu arada tabi bu kadar akıcı bir türkçe ile konuşmuyordu ama anlaşılıyordu ne demek istediği. Ama benden iyi türkçe konuşuyordu şerefsiz.
Sunumdan sonra Buket, Eren ve ben okulda açılan enerji müzesini gezmeye gidiyorduk. Akshat arkadan yürüyordu. Bir anda Eren "Abi akshatı da çağıralım. Çok iyi bir çocuğa benziyor. Ben sevdim" dedi. Böylece dördümüz mutlu mesut enerji müzesini gezdik ettik.

Erenle beraber Akshat hakkında bayağı sohbet eder olmuştuk. Onun varlığı yokluğu umrumuzda değildi. Varsa yoksa Akshat. Ona neler öğreteceğimizi, nasıl Türkleştireceğimizi filan konuşuyorduk klasik işte. Kendi tabiri ile Akshat buçuk senedir Türkçe konuşuyordu ama yeni öğrendiği şeyleri kullanmakta üstüne yoktu. İstanbul moderne götürdük, etsiz kuru fasülye yedirdik, hayatının ilk alkolünü aldırdık, kestane yedirdik, tarkan marsın kılıcını ve gümüş eğeri izlettik. "Ne kadar sallarsan salla dona düşer son damla, sürüden ayrılanı kurt kapar, g.te giren şemsiye açılmaz" gibi az küfür içeren ama kullanışlı kalıpları öğrettik. Nuri Alço hayranı yaptık. Umut Sarıkaya okuttuk. Sünnetin nasıl yapıldığını anlattık. Burdan bir kız almak isterse ona görkemli bir sünnet düğünü yapacağımıza söz verdik. Özellikle Eren Akshatın sünnetten nasıl da korktuğunu görüp fazlasıyla coşarak anlattı sünnet konusunu. 

Akshat bizim tarafımızdan çok seviliyordu ama genel olarak şanssızdı. Bir gün topluca sergiye gitmiştik Taksimde. Eren, Buket, Akshat ve ben tünelden meydana doğru yürüyorduk. Eren maraş dondurmacılarını görünce Akşata dönüp "Akşatcım, bak bu dondurmacılar böyle oyun filan yaparlar, dondurmayı almaya çalışırsın filan.Gel sana bir dondurma alalım." dedi. Dondurmacıya gittik. Adam külahı Akşata uzatıyor, bir türlü yakalamasına izin vermiyordu. Biz altımıza ettikçe de dondurmacı olayı abarttı eki eki diye gülerek Akşatın ensesinden yakalayıp dondurmayı bir anda ağzına soktu. Bir yandan da "al... yalaa... yala bakalım... al bakalım...." diyordu sapık bir ifadeyle. Bunun üzerine Eren, Buket ve ben istiklalin ortasında yere oturduk ve gülme krizine girdik. Deyim yerindeyse altımıza işiyorduk ama Akshatın bozulduğunu farkedince kendimizi topladık ve Akshatı da alıp koşar adımlarla kaçtık ordan.

Akshat bu gibi olaylara bir türlü anlam veremiyordu haliyle. Bizim fesatlığımızı az buçuk çözmüştü ama Hindistanda pamuk gibi yaşamaya alışmıştı galiba. Çok iyiydi her hareketi, kötü bir alışkanlığı yoktu ve gerçekten adapte olmakta zorlanıyordu bazen. İneği kutsal sayarken biz gözünün içine baka baka etleri lüp lüp yutuyorduk mesela. Gerçi bişey demiyordu o hintlilere özgü kafa hareketini yapıp gülümsüyordu sadece. Ama yine de onu biraz rahatlatmak için Taksimde olduğunu bildiğimiz"Hint kültür ve dayanışma derneği"ne gidip Akshatı da üye yapmaya karar verdik. Yerini sorduk soruşturduk Erenle sonra Akshatı da alıp gittik. Taksimin ara sokaklarından geçerken yanlışlıkla Zürafa sokağa girdiğimizi farkettik bir an. Camdan travestiler, fahişeler filan sarkıp laf atıyordu bize. Akshat da " bu kadınlar neden bize bakıyor dostum. Buranın adısı ne?" diye sordu Erene. Eren de "Akşatcım, hani 50 centin candy shop diye şarkısı var ya, işte bunlar da candy shop." diye açıklama yaptı. Yürümeye devam ettik.


Hint dayanışma derneği Ağa caminin yan tarafındaki pasajdaydı. Girdik bir apartman çıktı karşımıza. Yukarı çıktık kapının üzerinde dev bir Şiva resmi görünce tamam dedik bulduk. Ben bir kaç kez zile bastım, kapıya vurdum açan olmadı. Tam o sırada yan daireden mini etekli bir travesti çıktı ve " Kime bakmıştın aşkım" diye sordu bana.  Nasıl yani? Bura Hint dayanışma derneği değil miydi? Ananıskiiiiiiii diye düşünce balonları çıkıyordu kafamdan. "Yok biz yanlış geldik herhalde" dedim ve kaçmak için arkamı döndüm. Arkamı döndüğümde Akshat ve Erenin çoktan kaçmış olduklarını anladım ve koşarak ben de kaçtım ordan. Dışarı çıktığımda Eren baya bir yarılıyordu. Akshat da "Dostum.Candy shop orası. Üye olamıyorum. " dedi. Ah Akşatım ah ya.

Bu şekilde her görüşmemizde benzer olaylar yaşanarak, bir buçuk sene Akshatla çok güzel bir arkadaşlığa sahip olduk. Ama en sonunda Hindistana dönmeye karar verdiğini açıkladı bize. Son zamanlarda onunla çok fazla ilgilenememiştik hiçbirimiz, yalnız kalmıştı. Bu kararını açıkladığında da çok kızdım kendime keşke dedim yanında olsaydım. Ama artık vazgeçiremiyorduk, okulu da bırakmıştı. Hindistanda devam etmeye karar vermişti. Erasmus öğrencisi de değildi, ailesi ile beraber gelmişti İstanbula, ama tek başına geri dönecekti. 


Gitmesine yakın bir veda buluşması yaptık. Akshat dedim keşke gitmeseydin. Biz çok özleyeceğiz seni. Beni öyle bir göt etti ki a dostlar. "Dostum üzülme. Zaten 6 ayda bir görüşüyoruz." dedi. Haklısın Akshat dedim ne diyeyim. Haklıydı en son arada okulda karşılaşmalarımızı saymazsak 6 ay önce görüşmüştük. Son buluşmamızda da bayağı içti eğlendi, hepimiz tarafından sevildi. Hatta bir ara dedi ki "Böyle dostluklar Hindistanda yok, sizi çok özleyeceğim." Bu arada da arkadaşlarımızdan Yiğit, Çınara sarıldı diye eliyle top işareti yapmayı da ihmal etmedi. Oha lan onu da mı biliyosun diye şaşırdık hep beraber. Kesin bir ara göstermişizdir. Akshat bu, her öğrendiğini hep yerinde kullandı. Alkolü alınca tuvalete gitti, geldi. " Nie kedar sallarsan salla dona düşier son damla.." dedi. Sonra da uçtu gitti Hindistana.

İşte Akshat ile geçen garip ama beni çok mutlu eden zaman dilimimizin hikayesi bu kadar. Bu sene son kez İstanbula gelme ihtimali varmış çünkü ailesi de dönmeye karar vermiş Hindistana. Bakalım belki son bir kez daha görüşürüz. Dondurma yediririz filan. Etsiz kuru fasülyeyi de özlemiştir hem. Nuri Alço da her gün taksimde. Gelsin. Gelsin. Çok özledim şerefsizi.





1 Eylül 2011 Perşembe

Sorular ve Cevaplar

1- Dolmuşta karabiber muhabbeti mi yapılırmış?

Evet, yapılıyor. Gecenin 3 küsüründe dolmuşta önümde oturan 2 kişi karabiber muhabbeti yaptı. Karabiberin her yemeğe ne kadar yakıştığı olsun müzik dinlerken karabiberi düşledikleri olsun.  Bu bana o kadar değişik ve alışılmadık geldi ki yanımdaki arkadaşı durmadan dürterek "Lan gecenin bu saatinde karabiberden bahsediliyor, sence de ilginç değil mi?" diye sordum. Sonra "olum sen de içince sapıtıyorsun haa" oldu. İçki ile ne alakası var, gecenin o saatinde karabiber muhabbeti yapılıyor lan. G.t muhabbeti değil, ülke meselesi değil, din, spesifik ve herkesin beynini meşgul eden bir şey değil. Karabiber.

2- Adı soyadı Hakan Peker olan ilk okul arkadaşınızın şimdiki mesleği nedir?

a) Rahibe
b)Ses mühendisi
c) Asansörcü
d) Japon
e) Komi

3- Sevgili bir dostunuzun size almış olduğu oyuncak güvercinin adı nedir?

a) Ömer
b) Umcik
c)Dük
d)pompiş
e)Votka

4- Karman çorman bir şeyler derken bundan kasıt nedir?

Bazen şöyle bir şey oluyor. Hayvanlar gibi eğlendim diyorsun. Ama hiç eğlenmemiş oluyorsun. Bir gece deli gibi içip ertesi sabah bok gibi uyanıyorsun. Bir gece önce kafan taşak gibiyken ertesi sabah ağzın burnun birbirine yapışmış uyanıyorsun. Lise bitsin isteyip, üniversitede liseyi özlüyorsun. Üniversite de bitti aman rahatladım dediğinde işsiz güçsüz s.k gbi ortada kaldığını görüp afallıyorsun. Çok sevdiğin, her şeyi paylaştığın ailen, arkadaşın hayatından bir anda çıkıp gidebiliyor. Bir akvaryumun içinde gitar kafalı köpekbalığını görüp heyecanlanmışken,  beş dakika sonra kurumuş bir denizatını görmek daha heyecanlı oluyor. Eski defterler, pandoranın kutuları haşmetle açılıyor. O an bir yere gidip hayvanlar gibi eğlenmek istiyorsun. Ama hiç eğlenmemiş oluyorsun. Ertesi sabah bok gibi uyanıyorsun. Bazen böyle şeyler oluyor.

5- Birinin oturduğu sandalyenin sıcak olmasından, onun çok uzağa gitmediği sonucu nasıl çıkar?

a) Sandalyedeki moleküller giden kişinin vücut sıcaklığı ile aynı oranda titreşirler, dokunan kişinin sıcaklığı daha az olsa gerek ki hala titreşmekte olan molekülleri algılar.
b) Oturup buna kafa yoran insan ya sapıktır ya da termodinamik ile kafayı bozmuştur.
c) Karşıdan nah çekiyordur o sırada da hala sandalyesi sıcaktır.
d) Sert bir cisimle kafanıza vurup, sandalyeye sıçıp gitmiş olabilitesi vardır.
e) Dolmuşta karabiber muhabbeti yapılıyor lan.

Cevap anahtarı - C B D