28 Aralık 2016 Çarşamba

Türünün Son Örneği

Yeni evli bir çiftin yanından ayrılmıştım. Bu çifti çok seviyordum. Ama anlaşılan ilişkilerinde bir çatırdama, bir boktanlaşma söz konusuydu. Kadın "Ellerim bir gün soğan, diğer gün sarımsak, bir başka gün domestos kokuyor. Evlilik eşittir bu" diye veryansın ediyordu. Ben bu işin böylesine boktanlaştığından bir haberdim oysa. Sırf bununla kalsa yine iyiydi ama bu tarz dramatik sahnelerde hep yaptığım gibi kim gizlice bana dert yanıyorsa onun tarafını tutuyordum. Bir yüzleşme yaşansa sinsi bir yılan olarak damgalanmam işten değildi. Sadece goy-goy için çıkmıştım sokağa. İçkimi içecek, efendi gibi evime dönecektim. Lakin bir anda beklenmedik bir durumla karşı karşıya gelmiştim. Lafı fazla uzatmadım, sktirolup gitmek en iyisi diyerek karanlık gecede it sürüsü gibi dolaşmaya başladım.
İşte her şey o zaman başladı. Karanlık sokaktan dalga dalga bir ses yükselirken hava bir anda ısınmaya ve üzerimdeki gocuğun içinde terlemeye başladım. Geçmişine son derece bağlı biri olarak, ortaokuldan beri aynı gocuğu giyiyordum. Bununla da yetinmiyor ve susam sokaklı suluk takıyordum boynuma. Hava sıcaklığı arttıkça çil çil terlemeye ve bir yandan da koşmaya başladım. Bir yandan da gülüyordum. Bir yandan gülüyor, bir yandan koşuyordum arka planda da "stir me up" çalıyordu. 
Derken gülmem kahkahalara dönüştü. Neden güldüğümü gerçekten bilmiyordum. 

Koşarak kaçarken kendime bir güzergah belirlemeyi unutmuştum. En sonunda kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde bu kaçışım son buldu. Kimden ve neyden kaçıyordum? Üstelik neden ben gülerken ve koşarken arkadan Hadise'nin stir me up şarkısı çalıyordu? Yoksa biri benimle taşşak mı geçiyordu. Kimdi beni takip eden? Arkamdan kim kovalıyordu ve ben neden gülüyordum. 
Bu sorulara cevap ararken karşımda rengarenk bir ışık hüzmesi belirdi. Bu sefer iyice salaklaştığım için kaçamadım ve ışık hüzmesi bir girdap oluşturup etrafımı bir anda sardı. 
Ayağımı bastığım yer bir anda yok oldu ve başımdan ve ayaklarımdan bir güç beni adeta çekiştirmeye başladı. Kollarım uzuyor, gocuğum üzerimde pareleniyordu. Boynumdaki suluk ise beni terketmişti ve girdabın içinde kaybolmuştu. Spagetti gibi bir forma dönüşmüştüm. Ölüyordum galiba, yine gülmeye başladım. 
Gülmem bitince gözlerimi yavaşça kapatıp : "İyi geceler" dedim ve bilincim beni tamamen terk etti. 
Fakat hayır, ölmemiştim. 
Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey ağaçların arasından süzülen güneş oldu. Biraz hareket edince anladım ki, havada asılı bir halde yatıyordum, ciğerlerim sanki şarkı söylüyordu. Öyle hoş kokulu bir havaydı ki bu içime çektiğim, sanki her nefeste on sene gençleşiyor ve beş kilo portakal yemiş gibi vitamin alıyordum. Havada debelenmeye başladım. Aşağı inmek ve neler olduğunu anlamak istiyordum. O sırada boynumda sinek ısırığı gibi bir acı hissettim ve bunun ardından ağır ağır aşağı süzülmeye başladım. Artık ayaklarım toprağa basabiliyordu. Etrafta ağaçtan başka hiçbir şey olmaması beni biraz korkutmuştu açıkçası. Ancak o an, neler olduğunu anlama isteği her şeyin ötesindeydi. 
Uzaktan bana doğru gelen bir grup insan gördüm. Vücutlarını saran garip kıyafetler giymiş ve gülümseyen insanlardı bunlar. Bir grup insanın ormanlık bir alanda gülümseyerek bana doğru gelmeleri hayra alamet değildi.  "Irz düşmanları" diye onlara doğru bağırıp kaçmaya başladım. Bu lafı duyan bu küçük grup yavaşladı ve kendi aralarında konuşmaya başladılar. Sanırım onlar da şaşırmıştı. Bir tanesi seslendi "Biz düşman değiliz. Kaçmana hiç gerek yok. Soruların olduğunu biliyoruz ve hepsini cevaplayacağız." 
Geri döndüm. Dönmek zorundaydım çünkü her ne kadar delirdim deyip işin içinden çıkmak gibi basit bir yolu da olsa bu işin, yine de dinlemek istiyordum. 
Yanlarına gittim. Toplamda 5 kişilerdi ama cinsiyetlerini ayırt etmek oldukça güçtü. İnce yapılı ve biraz da koyu tenliydiler. Bir tanesi elini uzattı. "Gocuğum nerede?" diye sordum. Çok rahatsız edici bir sessizlik yaşandı. "Gocuğun emin ellerde, ancak sağ kolu yırtılmış" dedi ve havadaki elini adeta sitemkar bir şekilde geri indirdi. Biraz mahçup olmuştum "Amaan boşver ya canınız sağ olsun" dedim ve elimi bu sefer ben uzattım. Resmi bir şekilde tokalaştık. Tuttuğum el soğuk ve ciddi anlamda sert bir eldi. Yer çekimine uyum sağlamam için ufak bir enjeksiyon yaptıklarını ama zararsız olduğunu söylediler. Korku dolu bir şekilde bir adım geri bastım.
Sonra bana nerede olduğumu ve kim olduklarını anlatmaya başladılar. 
Dünyadan 20 bin ışık yılı uzaklıkta ve güneş sistemine çok benzeyen bir sistemin içindeydim.Şu an içinde bulunduğum gezegen de dünyayla hemen hemen aynıydı ve insan türü burada da evrilmişti. Buraya çok düşük bir ihtimal sonucu, dünyadaki kara maddelerin yoğunlaştığı sırada, tamamen nedensiz bir şekilde bir kara deliğe çekilmiştim. Bunu fark edip beni hasarsız bir şekilde gezegenlerine almıştı bu insanlar. Bize benziyorlardı ama bizden oldukça farklıydılar açıkçası. 
Bu gezegende yaşayan insanların bizden haberi vardı fakat bizimle iletişime geçmenin herhangi bir fayda sağlayamayacağı konusunda fikir birliği içerisindeydiler. 
Ve anlatmaya devam ettiler. Fakat anlayamıyordum. Tekerleği bulan insanlara uçağı anlatmak gibiydi bu. Hatta buğdayı evcilleştirip tarım yapan ilk çiftçilere, onların aylarca uğraştığı toprağı bir saatte süren bir iş makinasını göstermek gibiydi. 
Daha net bir teşhis koymak gerekirse, ben bir Neandertaldim ve onlar homo sapiensti. Fakat homo sapiensin vahşi ve kötü doğası onlarda sanırım artık barınmıyordu. 
İçimden onları öldürmek ve dünyama geri kaçmak geliyordu. 
Fakat dinlemeye ve anlamamaya devam ettim. Aynı cinstendik. Ama tamamen farklıydık. Aklımdaki bilim kurgu senaryolarının baş rolünde hep Terminatör vardı. Fakat bu yavşaklar fazla iyiydi. Sinir oluyordum onlara. Elime muz verip ormana salmaları an meselesiydi. 
"Geri dönmek istiyor musun?" diye sordu biri en sonunda. 
Buraya gelmeden önce yanlarında bulunduğum 2 yıllık evli çifti hatırladım. Sonra metrobüs geldi aklıma. Beylikdüzüne et pazarı gibi gidişim... Akbil bastığımda öğrenci akbili olduğu için diğerlerinden daha az ücret ödüyor olmama sevinişim... Sonra Japonya'ya gitme hayalim geldi aklıma. Annem, babam, eşim dostum, yarim. Alnımıza yazılmıştı bu gerizekalılık hepimizin. Oysa hayal bile edemediğimiz şeylerin olduğu bir gezegen vardı. Kendi türümü de alıp neden gelmeyeyim diye düşündüm. Biz daha iyi şeyleri hak ediyorduk. Bu pezevenkler de sırf şansa bala bu noktaya gelmişlerdi. 
Bir süre daha düşündüm sonra ayağa kalktım ve "Gönderin beni" dedim. İçimden de kıskıs gülüyordum. Dünyaya döner dönmez bir yolunu bulur bunların şahane gezegenini parsellerdik. Her yere ev, tükan, avm ve bir de bunların teknolojilerini de ele geçirdik mi. Bizden kralı olmazdı artık. Son derece masum bir ifade takınarak "Sizden çok şey öğrendim dostlarım. Umarım bir gün biz de sizler gibi oluruz. Hepinize teşekkür ediyorum" dedim. Gülümseyerek "bilmukabele" dediler. Sonra da sevgili yadigar gocuğumu ve suluğumu elime tutuşturup "Dünyana uyum sağlaman için bir enjeksiyon daha yapacağız. Hiç merak etme" diyerek beni yolladılar. Girdabın içinde sinsi bir yılan gibi süzülürken yine gözlerim ağırlaştı ve zaman ve mekan kavramı yine yok oldu. 
Ben girdaplar içinde hain emellerimle beraber dönüp dururken, beni gönderen insan grubu derin bir oh çekmişti. "Evcilleştirmek ne zor olacaktı" dedi biri diğerine. Bir diğeri ise "iyi ki döndüğünde bir şey hatırlamayacak, yoksa dünyada yaşanacak savaşları ve diğer kötü şeyleri düşünmek bile istemiyorum" dedi. 
Gözlerimi açtığım zaman yatağımdaydım. Sabah olmuştu. Başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Dün ne içmişim de bu hale gelmiştim ben. Gözlerim yere atılmış olan gocuğuma takıldı. Hasssiktir!! diyerek yataktan fırladım. Canım, yadigar gocuğumun kolu yırtılmıştı. Bu duruma aşırı üzüldüm ve gözlerimden yaşlar akarak telefonumu elime aldım. Whatsapptan bir sürü mesaj gelmişti. Dün gece beraber içtiğim gruba mesaj atıp "hangi pezevenk yırttı lan montumun kolunu" diye sitem ettim. O günün geri kalanı ise akşamdan kalma bir şekilde, game of thronesun son sezonunu izleyerek geçirdim. Ertesi gün 6:30 da kalkıp işe gidecektim. Akbilimi düşünerek uykuya daldım...








2 yorum:

  1. Absinthe içip yazıyor gibisiniz yazılarınızı. Geçen gün keşfettim ve çoğunu okudum, garip bir mizah var ama nereden geliyor onu anlayamadım. Yazın, okuyalım kısaca :)

    YanıtlaSil
  2. Kahve,çay içiyorum absint çok alkollü, gün içinde onu içemiyorum. Teşekkürler :)

    YanıtlaSil