9 Haziran 2014 Pazartesi

Antik bir macera

Milattan önce çok önce, nehir kenarında bir çadırda yaşıyordum. Yerleşik hayata geçmemiş kavimlerden birinde, bir yiğidin kızıydım.  Babam Cevher Reis çok konuda yaman bir beydi. Bizim örf ve adetlerimize göre at yiğidin kamçısı, olmazsa olmazı idi. Benim de bir atım vardı ismi Gölge Yele idi. (O zamanlar yüzüklerin efendisi yoktu arkadaşlar biliyorsunuz ki.) Gölge Yele bembeyaz bir attı gözleri efsunlar, güzelliği ile herkesi hayran bırakırdı. Herkesler nefeslerini tutup Gölgeyele'nin koşup gücün anlamını onlara göstermesini beklerdi.



 Gölgeyeleylen ben iki can dostuyduk göçebe hayat tarzım yüzünden bir evim, sıcak bir tas çorbam olmadığından gölge yelenin sırtında konfora doyuyordum. 3 nazgül uçuşu mesafesinde başka bir kabilenin yerleşim yeri olduğunu duymuştum. Nazgül de bizim ölçü birimlerimizdendi, yüzüklerin efendisindeki nazgül değildi. Bir gün Gölge yele kanıma girdi ve beraber kendi kabilemizi terk edip komşu kabileye doğru dört nala koşmaya başladık. Ben bir gece önceden bir somun ekmek, bir kaç elma, kımız ve bir tavuk budundan oluşan bir çıkın hazırlamıştım. Gölge bir yer bulup mola verdik, rızkımızı üleşirken temiz gökyüzünün altında çapaklı gözlerimiz ile ufka bakıyorduk. Yola tekrar koyulduk ve geceye kadar hiç durmadan dört nala yol teptik. Gece olunca büyükçe bir çınar ağacının kovuğunda geceledik. Sabah son kalan yemeği de gözlerimiz dala dala yedikten sonra yola çıkmaya hazırdık yine. Gölge yele, yelelerini sallayarak böğrüne bağlanmış bir keseyi işaret etti bana. İçini açtığım da Gölgeyelenin teri ile pişmiş bir kaç dilim pastırma buldum. Öğğğğ çok iğğraaaanç demeden önce düşünün,öyle teflon tavadır düdüklü tenceredir yok hatta ocak yok anasını satim. Öyle markete gidip şahinler sucuk ve pastırmalarından alıp afiyetle yiyemiyorsunuz. Yine de bu pastırmayı zor zamanlarım için saklayarak yoluma devam ettim.
3. günün şafağında bu bereketli topraklara, yerleşik hayata geçmiş ve medeniyet kurmaya yüz tutmuş topluluğun yaşadığı diyarlara varmıştık. İnsanlar gruplar halinde iş başı yapmışlardı, kimisi hayvanları otlatıyor kimi tarlaları sürüyor ve ekiyor, bazıları da derme çatma da olsa evler inşa ediyorlardı. Herkes kendi yeteneğine göre bir işin ucundan tutmuştu, yüzümde yavşak bir sırıtma ile, Gölgeyelenin yularından tutmuş yürüyordum.
Yalnız tuhaf bir durum vardı hiç kimse beni iplemiyordu. Gölgeyele normalde her girdiği ortamda dudak ısırtırken bu garip halkın hiç mi hiç ilgisini çekmiyordu. Cebimden altın kesemi çıkartıp şıngır şıngır salladım ve olanca sesimle bağırdım " Ey güzel insanlar! Ödeyecek param var, bana ve dostum gölgeyeleye bir kap yemek bir göz oda vereniniz yok mudur!"
Bu seslenişime, uzun boylu iri yarı bir genç kız gür bir sesle karşılık verdi " Paran burada geçmez hanım abla!" diye haykırdı benden tarafa doğru. "Bizim topraklarımızda para kullanılmaz, başka nelerin var?"
" Bir canım var o da benim olsun" diye cevapladım bu sorusunu. Alaycı bir gülüşle bana baktı ve yere bıraktığı çamaşır sepetini geri alarak işine geri döndü. Sinirli sinirli Gölgeyele'ye dönüp "Kimse sklemiyor oğlum bizi burada, acımdan öleceğim uykusuzum geri dönsek bizi suya yatırırlar" diye çemkirdim. Tam bu esnada yanımda birden sıska bir çocuk beliriverdi. "Buralarda iş yapmazsan barınamazsın, biz parayla değil sadece üreterek yaşıyoruz" dedi ve elimdeki para kesesini işaret etti. "Bunlar çöp burada be teyze, atın da güzelmiş ama biz burada evcil hayvan besleyemeyiz"
Yetkili bir kişi ile görüşmek istediğimi söyleyerek ayak diremeye devam ettim. Ben de alnımın teri ile çalışıp, çalıştığım kadar karnımı doyurup yaşamak istiyordum. Bu kararlı tavrım çocuğu etkilemişti, beni topluluklarının bilge kişisi ile tanıştırmaya ikna oldu. Gölgeyelenin ise götü başı ayrı oynuyordu, hayvancağız her zaman pamuklar gibi bakılmaya her gün düzenli tımarlanmaya ve dengeli beslenmeye alışıktı. Bu macera onu çok sarsmıştı.
Bilgeler bilgesi beni sevgi ile karşıladı. Başımdan geçenleri ona da anlattım. Kendi kabilemi terkedip daha medeni topraklarda yaşamak istediğimi ve burada yaşamama izin verilmesini talep ettim. Mutlaka bir işlerine yarardım burada. Bilge kişi, uzman bir halkla ilişkiler sorumlusu gibi beni resmen mülakata aldı. Hobilerim arasında astronomi olduğunu söyleyince direk bu topluluğun gökyüzünü gözlemleyen kişileri ile çalışmak üzere beni işe aldı. Güzel haberleri vermek için güle oynaya Gölgeyeleyi bulmak için dışarı çıktım fakat Gölgeyele ortalıkta görünmüyordu. Beni buraya getiren çocuğu bulup atımın nerede olduğunu sordum. "Sen içeri girer girmez kaçtı senin at " dedi gülerek. "Nasıl kaçtı yaa Gölgeleye benim dostumdur, beni bırakıp gitmez" diye isyan ederek hüngür hüngür ağlamaya başladım. Demek gölgeyele ile dostluğum buraya kadardı, kahpelik yapmıştı bana. Bütün gece onunla yaşadığımız güzel anıları düşünüp efkarlandım.
Ertesi sabah diğer insanlarla birlikte tarlaya çalışmaya gittim. Çok büyük bir kütüphane kurduklarını, kimya geometri, felsefe, tıp ve astronomi alanlarında pek çok çalışmalar yaptıklarını anlattılar, beraber mutluluk içinde çalışıp hava kararmaya başlayınca işimizi bitirdik. Hareketsizlikten hamlamış olan kaslarım da bu fiziksel tempoya alışacaktı elbet, akşam ise gökyüzünü gözleyip yıldızların haritasını çıkartmaya devam ettik. Güneşin ve diğer yıldızların dünyanın etrafında dönerek hareket ettiğini söyleyenlere karşılık olarak bilge kişi aslında Güneşin merkez olduğunu söylüyordu. Galiba Kopernikten önce bazı şeyleri biz bulmaya yüz tutmuştuk, heyecanlı ve tez canlıydık.
Tam bu sırada bir gürültü ve nal sesleri ile hepimiz neye uğradığımızı şaşırdık, 500e yakın atlı bir anda dört nala topraklarımıza girdi ve her şeyi talan etmeye başladı. Kütüphanenin olduğu yerde ise dev bir yangın çıkmıştı bense yere oturmuş "Yapmayın ulan yapmayın ipneleeer" diye haykırıyordum. Bu esnada Gölgeyelenin bana doğru koştuğunu gördüm, sadık dostum demek ki beni aslında unutmamıştı ve kurtarmaya gelmişti. Gölgeyelenin sırtında arkamda yanan ve yağmalanan bu güzel diyarı bırakıp kaçmaya başladım. 8 gün önce terkettiğim kendi kabileme vardığım anda bayılmışım. Gözlerimi araladığım zaman ağzımdan bir şeyin sallandığını ve babamın dev adımlarla koşarak yanıma geldiğini gördüm, "Şu haline bak bu kadar yaralanmışsın ama hala pastırma yiyorsun be kızım" diyerek beni kucakladı ve çadırıma götürdü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder